Pazar, Ocak 29, 2006

ah

O kadar kolay ki şu an çekip gitmek. Hepsini bırakmak, uzaklaşmak.

Suratına tüküren insanlara gülümsemek. Her ne olduysa silmek, her türlü gurur barajını yıkmak. Öğrenmem gereken en büyük ders bu sanırım. Çünkü hayatımın her alanında, hatta her anında durmadan karşıma çıkan hep aynı deneyim. O ağır balyozların kafama inişi ve hiçbir şey olmamış gibi yoluma devam etmem. Hayatımın kaçınılmaz döngüsü. Over and over and over again.

Giderek kolaylaşır sanıyor insan. Bir kere, iki kere. Üçüncü de daha az acır canın? Hiç de bile. Her seferinde nerede, niye yaşadığımı unutup tekrar şaşırıyorum. Belki kendimi tetikte, uyanık tutma hayallerime hizmet ediyor bu tekerrür hali. Ama o kadar tarafsız olamıyorum bu etki-tepki çökertmelerine. Aynı körlükle ?Ama niye?!? ler sayıklıyorum. İntikam planlarına artık derinlemesine dalmadan kurtarıyorum paçayı belki. Ama bu işimin kolaylaştığı anlamına gelmiyor.

Geçen seneden de sonra, uzaklaşarak ufukta kayboluyor artık debelenme, inkar, ?ne yöne baksam aynı kabus? halleri. Artık 10 dakikada felaket zincirleri çözülüp hayat rayına sokuluyor. Keşke hayat rayına girerken anlam da kazansa. Ve o anlam eski kırık döküklerin arasında kale gibi yükselse önümde. Henüz o kadar ilerleyemedim sanırım bu oyunda. Düş, kalk, düş, kalk, düş ve yine kalk. Bazen uzun uzun anlatıp dökmek istiyorum bu birikenleri. ?Ben şunları yaşadım ama sonra şunları yaptım ve şıp diye düzeldi her şey. Hiçbir şey olmamış gibi :).? öyküleri yazmak istiyorum. Anlatayım ve dinleyen herkes alkışlasın.

Buradan ikinci büyük derse geliyoruz işte. Onaylanma arzusu, işe yarama/takdir edilme/ödüllendirilme ihtiyacı. Apayrı bir serüven, hiç bitmeyen bir çaba. Giderek kendini tüketen bir gölge-sezen. Bu birinciden de zor yahu. Nerede başlayıp nerede bittiğini anlayana kadar yere yığılıveriyorsun. Daha sinsi. Daha derinde.

Kendimi önce gurura yaslamışsam, ikinci dayanağım emek karşılığı almak olmalı. İkisi aynı anda çökerse hele, ?Arkana bakmadan kaç!? alarmı aktivite oluveriyor. Tam anlamıyla bir kısa devre. Öğreniyoruz. Yavaş yavaş.

Cumartesi, Ocak 21, 2006

ben geldim olm -vurgu "ben"de-

This time I'm serious. I will definitely begin and finish. I'm not a quiter anymore. - starting from now on :) - *

Ne zaman bilgisayarın başına geçsem ve ilk kelimeler beynimden ellerime dökülmeye başlasa, ingilizce bir şeyler saçmaladığımı fark ediyorum. - Yazmaya başlamamla ne yazdığımı idrak etmem arası biraz uzun sürebiliyor bazen, iki cümle kadar. Ama bugün 3. saçma cümlemi de yazdım. Döngünün kırıldığının işareti olduğunu umarak devam ediyorum.-

Uzun ve boşşş bir aradan sonra yine düşünce kırıntıları canlandı zihnimde. Bu seneki hayatımda bir hafta oldukça uzun bir süre. "Abartma yahu" demeyin yani. Boşluğun yoğunluğuna göre algıladığınız zaman aralığı uzayıp kısalabiliyor. Yani hem uzundu, hem de çoook bir boştu.

Peki ben bu boşluğu nelerle ilişkilendirdim? Sebep-sonuç ilişkisi kurmak gerekirse, nelerle bağlayabilirim?
Biraz zamanda geri gitmeli önce, şöyle ki: 3 Ocak Salı günü başladı her şey. Belki de "bitti" demeliydim. 2.5 hafta süren o beyin kemiren, iç karartan, öğürten-ağlatan kasış döneminin son ve artık sayısal verilerle de onaylanmış çöküş noktasıydı. - Halk arasında "sıçışın allahı" da denir.- Ve bilindik sezen halleri başlığı altında toplanmaya uygun bir etki-tepki doğallığında gerçekleşen "baskı ve kendini zorlama son raddesine geldiği ve sıçışın başladığını hissettiğin anda kendine karşı duyduğun nefreti herkese yayarak hafifletmeye çalış" süreci en patlayıcı dönemini yaşamaktaydı. Haftalardır uzaklarda olan kızıl kıvırcık ı görme, aileye/eve (=rahata) kavuşma anına varışımı müjdelemesi pek bir anlam taşımıyordu zaten. De.. "Madem planladık, madem "kendini yiyip bitirme süreci" başlamadan önce özlemle beklenen olaylardı bunlar, e o zaman yapalım yahu, yorgunluğumdandır kesin bu hissizlik. Evet, evet!" ruhayeti içinde anlam kazanmasına uğraştım sadece. Karanlıkta yolculuk etmeyi zaten sevmem, iyice sevemedim. Mektup yazmaya kalktım "e kussaydım bari" diyerek kalemi elimden bıraktım. Falan filan.

Kızıl kıvırcık zıpırlıkları, aileyle zaman geçirme, birkaç son gün insanı görmeye kasma ve birdenbire gelen "Yarın Antalya'ya gidiyorsun lem, haydi toparlan!" uyarısı. 6 Ocak 2006 gecesi ve ertesi günün ilk saatleri yusuf bir bavul toplama seansı hatırlatıyor bana şimdi. Arkasından gelen bir haftalık süreçse tahminen birinin beni dakikada 3 kez tokatlamasının getireceği bir afallamayla eşdeğer nitelikte bir etki bıraktı üzerimde. Her an, her şey yeniydi. Gördüklerimi kaydetmeye çalışan beynime yetişemeyen yorgun bir beden taşıdım. 4. gün iflas etti kendisi. Ve onu ayakta tutmak için ayrı bir çaba sarfetmem gerekti. 2000km yol yaptım daha önce en fazla 5 saat aynı havayı soluduğum insanlarla. Yan yanalığa aşina olmayışımı, yolculuk gibi her hale şahit olunan bir durum öncesi gerekli birikime sahip olmayışımı belirtmek tabii burada amaç. "Ay pek de sevmezdim kendilerini" türü bir burun kıvırma değil yoksa. Kendi ellerimle seçeceğim olası tüm ekiplerden kat kat x 3 kez daha iyiydiler. Hayallerin ötesinde bir biraraya gelişti.

Yazı giderek uzuyor ve asıl amacından uzaklaşıyor diye "Ne yaptık, ne ettik?" kısmını atlıyorum. Sadece İstanbul-Afyon Öğretmenevi-Wow Topkapı x 3-Kumluca Öğretmenevi-Aydın Öğretmenevi-İstanbul şeklinde az çok güzargah (aslen konaklama noktaları) belirten ana başlıklarla geçiyorum. Zaten anlatmam gerekseydi de, bunlar dışında sayacağım tüm ayrıntılar "Yoksa o değil miydi, ay bir şey daha yaptıydık ya o gün?" şeklinde yanıltıcı ifadelerle süslenecekti. Elinizde yine bu kadar bir şey kalacaktı.

Şimdi efem buraya kadarki upuzun anlatımdan çıkacak sonuç şu: Tepe sersemi oldum yahu!

Beden hastalığın, uzun yolların ve hijyen konusunda oldukça inişli-çıkışlı bir grafik segileyen gezi alanlarının toplamının izlerini üzerinden pek kolay atamadı. (Öncesinde yaşanan self-destruction diye tabir ettiğimiz ön yüklemeyi de hesaba kattınız umarım.)

*ingilizce dilini kullanabilme yeteneğim en son 4-9 eylül arası aktifti de. O açıdan baştan "saçma" diye damgalıyorum kendilerini.