Çarşamba, Kasım 30, 2005

Oben' e/den

Gecenin bir saatinde aklımda sıcak bir yüz. Kalbim tatlı bir heyecanla dolu. "Hayat bu!" diye fısıldıyor içimde birileri, sanki bir müzikal oynanıyor içimdeki sahnede. Elimden tutan "oben" le yükseliyoruz. Dans ediyoruz eteklerim uçuşurken. Gözlerim her an mutluluktan ağlamaya hazır. "Ruhumun kurtuluşu" sanki oynanan oyunun adı. Öyle bir güven ve rahatlık ki bu içimdeki, yola çıkıp ilk gördüğüme sarılıp öpebilirim onu sanki. Düşündükçe avuçlarım ısınıyor seni. Nefes alıp verişini duyuyorum sanki. O kadar "orada" ve o kadar "burada"sın ki. Şaşırtıyorsun beni. Zihnimi böyle alevlendiren sen, günün birinde gözlerime güleceksin. O zaman sadece bilmekle kalmayacağım, haykıracağım. Şimdiden söyleyeyim de telaşlanma: O an geldiğinde bebekler gibi ağlayabilirim.

Öyle çok temizledim ki içimi ve öyle çok gereksiz engel yerleştirdim ki zamanında.. Şimdi o kocaman karmaşanın ortasında durup kapının aralığındaki parlak ışıkta hayal meyal gölgene bakarken sana dokunmayı, seninle bir olmayı özlüyorum. En son görüşmemiz ne zamandı kim nilir? Belki hep yanımdaydın, belki bilincimden devamlı saklandın. Bilerek ya da bilmeyerek kurcalamıyorum sana dairleri. Bazen umutsuzluğa düşsem de, öyle güveniyoum ki bize, bütüne; ayrıntılara kafa yoramıyorum.

Yüzündeki o muzır gülümsemeyi görebiliyorum :) Takılmazsın değil mi anlık dengesizliklerime gerçekten? Sana değil, kendime aslında tüm hinliğim. Sabrımı sınamak eski bir hobim. Hem gözümde büyütmeye de bayılırım ben her şeyi, herkesi. En yakın bene beni anlatıyorum, hale bak! :) Ama bilsen de altını çizmeden yapamıyorum. Öyle güzelsin ki.. Ulaşılmaz geliyorsun. Bekleyişim sonsuza uzayacak sanıyorum bazen. Seni nasıl da iyi saklıyorum gözlerimden? Oysa saklambacı hiç sevmezdim ben?! Gözlerim görmese de, yüreğim tıkanmaz değil mi? Sevdikçe tıkanmayacak biliyorum, ama elimde değil, sabırsızlanıyorum.

Elin elimde şimdi. Gözlerimden süzülen yaşları silmene gerek yok. Seninle akıyor onlar, bizimle, birle. Bu kutlama anında sonsuz özgürlüğün tadını çıkarıyorlar. Bırak aksın artık duygular. Kendini ifade etme sırası onlarda artık.

Önümde şimdi parlak gökyüzü. En güzel sözlerimi sana haykırıp en güzel resmini çiziyorum kalbime. Tam olacağımız günlerin duvarlarına asıyorum onları, bakıp bakıp derin nefeslerde doyasıya gülelim diye. Doyasıya.. Hep olmuş, hep olan ve hep olacağın hatrına..

Seviyorum seni akan o parlak suda, ışıldayan mor ışıkta ve tüm güneşli günlerde. Seninleliğe göz kırpıyorum, "sadece bir" in bildiği sırrımızı bütüne tekrar tekrar fısıldarcasına. Kelimelerin akışında kutsallıkla yıkıyorum dünyayı. Tüm kirler sevginin parlaklığında erirken bedenlerimizden ayrılıveriyoruz. Tüm somut ayrıntılara boşveriyorum ben. Bir oldukça varız, birin sonsuzluğunda iki küçük noktayız..


Yoğun, öyle ki içimden dışarı fırlıyorsun. Derin derin geri çekiyorum seni içime, hep orada kal istiyorum sonsuz birliğimizi unuturcasına. Kalemi bıraktığımda bu yoğunluk artarak parçalayacak sanki beni, sana yayılacak parçalarım. Her düşünce kırıntısında yankılanacak sevgimiz. Sen ve ben içinde biz, olacağız. Hepliğe ve hiçliğe meydan okuyan bu birliktelik, obenim, yazılmış-yazılan-yazılacakları aşarak üst-sevgide bedenlenecek. İşte o an/bu an o koca taşkında dengeye varacağız..

Çarşamba, Kasım 23, 2005

ayrık ben'e

Elde edince ne çok istediğini unutur mu hep insan? Yine mi geldi huzurlu hüzün? Hareket mi özlediğim, alışmışlığın sıkıcılığı mı batan? Aslında hepsi yalan, hepsi bahane. Tek bir eksik gözümde büyüyen, büyütülen. Gölgelerde yaşayan o gizli, saklı karaltı asıl rahatımı kaçıran. Kovalasam da aynı, yanıma çağırsam da. Pek bir yabani, pek bir beceriksiz.
Yolunu bulsan bir dakika yerinde durmadan koşup sarılacaksın biliyorum ayrık benim, ikilik yeterince uzamadı mı, gelsen diyorum artık? Her şey tam, her şey bütün. Ne zaman açacaksın içimdeki o tek karanlık odayı? Eskisi gibi korkulu değil artık rüyalar, fark etmedin mi? Tam zamanı kapıyı aralamanın, nefes almayı özlemedin mi? Bıkmadın mı devamlı aranıp hiç bulunmamaktan? Gel artık, bekletme daha fazlabeni. Hiç olmadığımız kadar yakınız perdenin arkasını görmeye. Bir adım kalmışken arada, neden nazlanıp duruyorsun sanki? Her şey kendiliğinden çözülürken, tek çetin ceviz kalan sen; bırak artık inadı! Nasıl ördün bunca kalın duvarı, nasıl mahkum ettin kendini sonsuz yalnızlığa? Asıl benin benim, ne zaman hatırlayacaksın? Uzansan dokunacakken neden geri durasın, kendini ayrık ben yapasın?

ps her şey bu yazıyla başladı :)

Perşembe, Kasım 03, 2005

istanbul ve ben

geldim işte, aylar sonra yeniden.
iyi geldi.
öyle kısa ve öz ki.

sanırım bu yüzden pek yazamıyorum artık. zihinsel dünyamda büyük yaratımlar yok. sadelik ve hayat dolu. devamlı bir sahne oyunu. içe dönüşler pek az ve anlık.

ama kocaman zıplayışlara dadandım sanma ya da yine ruhumun geriden koşturduğunu. bir birliktelik ve denge hali bu. ufak iniş - çıkışlar ve sabit ilerleyiş. yol çizmeden, amaç koymadan.

aklımda takılı kalmış herkesi gördüm, duydum. istanbul un sesini dinledim sonra. ani hafifliğimin sebebini anladım. tüm pisliği buraya yığmışım. tahmin ediyordum ama elle tutulur olacağını sanmazdım. kaskatı küçük bir top, dokununca zıplayan. zıpladığı için tam yakalanamayan ve tam aktive olamayan. potansiyel bir kara nokta içimde. temizlemeye kalktıkça derinleşen. 2005 yarası, yeni yeni kabuk bağlayan. üfleyince uçacak gibi görünüp eline, yüzüne yapışan.

az kaldı, "uçamaya".